“Hepimizin çok iyi bildiği ‘ama önce bir mesleğin olsun’ denilen çocuklardandım, hani sürekli müzikle uğraşan, çeşitli enstrümanları çalan bir çocuk ama hep okulun haricinde. Sonrasında biraz ileri – üniversite yıllarına- sarıyorum ve aklımda en canlı yer eden anlardan biri, ilk defa şeflik yaptığım an. Boğaziçi’nde kadınlar korosu kurmuştum, şeflik yapmayı denemek istiyordum; birlikte şarkı söylemeye ve a cappella müziğe büyük bir sevgim hep vardı. Koronun ilk provasında, ilk kez karşımda sesleri duyduğumda, bana doğru hiçbir aracı olmadan, sadece her bir kişinin ruhundan ve bedeninden çıktığı şekliyle ortak bir tınıyla ulaşması muazzam bir “işte bu” an(ıy)dı! Sanki binanın tamamı bir ışık oldu, yükseldi gibi gelmişti. Bugün dahi gözümde, kalbimde aynı şekilde hissederim” diyor uluslararası koro dünyasında özgün tarzıyla öne çıkan, yenilikçi koro şefi Başak Doğan ve ekliyor:
“Müzik her zaman kurtarıcım…”
Bugün öznemiz, giriş taksimimizden de anlaşılacağı üzere Başak Doğan ve 2015’te kurduğu (Latince kelime anlamı “renkler” anlamına gelen) Chromas… Önümüzdeki yıl onuncu yılını kutlamaya hazırlanan çok sesli koro, bugüne kadar Tarkan, Mercan Dede ve Bobby McFerrin gibi pek çok isimle ortak projeye imza attı. Başak Doğan şefliğinde modern cazdan folk düzenlemelerine uzanan geniş bir yelpazede çeşitli tarzları bir araya getiren, çok sesli, birbirinden farklı ve rengarenk Avrasya kültürünü benimseyen koro, yeni müzikal ve sahne deneyimlerini keşfedip tasarlama devam ediyor.
Sıradaki programda, müziğin ustalarından Fuat Güner, Başak Doğan ve Chromas’ın konuğu oluyor. Tarih, 25 Ekim, rota Zorlu PSM Turkcell Platinum Sahnesi. Bu şenlikli konserde aynı zamanda Vokal Akademi Pop & Caz Korosu da bir performans sergileyecek. Biz de bu çok renkli konser öncesi şef Başak Doğan’a ulaştık ve şeflik mesaisinde merak ettiklerimizi sorduk.
“Doğaçlamaya izin veren bir eğitim”
İzninizle sondan başlamak isterim. ABD’li -sevdiğim- yazar ve biyokimyager Isaac Asimov, “Günümüz toplumunda hakim etken değişim, sürekli değişim, kaçınılmaz değişimdir. Dünyayı sadece olduğu gibi değil, gelecekte olacağı gibi de ele almadığımız sürece artık makul kararlar vermek mümkün değildir…” der ve ekler: “Yaşamın tümü nükleik asittir; kalanı yorumdur.” Bilimkurgunun babası olarak tariflenen Asimov’un tanımından yola çıkarak sizin, kişisel yaşamınızın ve sanat hayatınızın kadrajından 2024 yılı “Z Raporu”ndan ortaya nasıl bir fotoğraf çıkar? Ve 2025’e yaklaşırken yakın ve uzun vadede dünyaya ve sanata / müziğe karşı öngörünüz ne olur?
Kesinlikle daha kapsayıcı, kabullenici, kucaklayıcı ve sentez halinde bir dünya içindeyiz. Önümüzdeki dönemde de bunun kaçınılmaz bir yayımını öngörüyorum. 2024 yılı pek çok üretimi, şaşkınlığı, sanat ve “insan” üretimini beraberinde getirdi benim için. Öncelikle yılın ilk dönemlerinde anne oldum; yaşamımı, kariyerimi, farklı bir bakış açısıyla ancak aynı güçle ele almayı öğreniyorum. Bana kalırsa büyük bir mücadele ama aynı zamanda keşif dolu bir yolculuk. Henüz küçük bir bebekle yepyeni bir sezona adım attık, Arter’de 360 derece deneyim yaratan bir ses enstalasyonuna imza attık; Zorlu PSM’de, Fuat Güner gibi efsane bir ismi sahnemizde ağırlayacağız, şehir dışına açılıyor, bu Kasım sonu Ankara’ya kendi konserimizi vermeye gidiyoruz. Bunların yanı sıra, geçen yıl başladığımız çoksesli vokal müzik festivalimiz “Voice Up A Cappella Festival”in yeni edisyonu için kolları sıvadık. Bu müzik türünü yani insan sesini insana daha da yakınlaştırmak bütün hedefimiz. Yine popüler sanatçı dostlarımız ile ortak projelerimiz var. Müzikte “Kadın Liderler” konulu panelimizin sonuç raporunu bu hafta yayınlıyoruz. Söyleyecek, yapacak, üretecek çok şey var… Evet, hayat çok hızlı değişiyor, ondan korkmak yerine onun elinden tutup yeni yollar aramak, daha çok insanı ve sanatı kapsamak, yarattığımız güvenli iletişim alanına daha çok insanı dahil etmek heyecanımız ve hedefimiz!
ABD’li filozof John Dewey, “Sanat, deneyimdir” diyor. Bu sözün fenerinde, “sanat” / “müzik” sizin hayatınızda ne anlam ifade ediyor? Hayatınızdaki meramı nedir?
John Dewey’e katılıyorum! Sanat ve özellikle en iyi bildiğim dalı olan müzik, ne kadar açık olduğunuzla ilgili bir deneyim alanıdır. Oluşturduğumuz ses enstalasyonu, kurduğum “Vokal Akademi” ve içinde yaşayan pek çok sesle beraber, yaratmaya çalıştığımız bu; bir deneyime cesaret ediyor ve kendimizi, kendimiz gibi olarak ifade ediyoruz. Bu, insanın ve toplumların gelişimi için çok önemli.
Boğaziçi Kadınlar Korosu’nu kurmanız, Danimarka Kraliyet Akademisi koro şefliği yüksek lisansına kabul edilen Türkiye’den ilk öğrenci olmanız, namı dünyaya yayılan Chromas korosunun şefliğini üstlenmeniz, yerel ve uluslararası platformlardaki başarılarınız gibi; muazzam bir kariyer yolculuğu… Sizi yakından tanıyanlar için değil, ama ilk defa tanış edecek olanlara sanat / müzikal yolculuğunuzdan bahseder misiniz?
Müziğe gönül vermek isteyen her genç gibi ailesi tarafından, “gerçek bir mesleğin olsun önce” denilerek başka bölüme yönlendirilen ancak yine çok severek okuduğum felsefeye yönlendirilen biriyim. Daha sonra okulda tabii müzik beni çağırdı ve ilk kadın korosunu bu şekilde kurdum; her dönem orada okuyan öğrencilere göre değişen Boğaziçi Caz Korosu’nun başına geçtim. Yüksek lisansımı da müzik felsefesi üzerine yaptım. Sonra da Danimarka yolculuğuma bu süreç beni taşıdı. Orada, bizim toplumumuzun tam aksine, hata yapmayı alkışlayan, doğaçlamaya izin veren harika bir eğitim ortamında bulundum. Bu esnada zaten Chromas’ı kurmuştum; çok sesli tınlamaların hazzını almıştım bir kere ve Danimarka’daki eğitimimin ilhamıyla burada yaptığım işleri geliştirmeye başladım. Orada yaratıcısından öğrendiğim Vocal Painting (VoPa) metodu ile doğaçlama şarkılar söylüyoruz ve bunu tüm üretim süreçlerime dahil ediyorum. Konserlerimizde seyirci ile birlikte de bu şekilde şarkılar söylüyoruz.
“Hata yapmaktan aşırı korkan bir kültür”
Bugünden baktığınızda, müzikle mesainizdeki ilk zamanları hatırladığınızda us’unuzda beliren ilk fotoğraf veya anı nedir?
Hepimizin çok iyi bildiği “ama önce bir mesleğin olsun” denilen çocuklardandım, hani sürekli müzikle uğraşan, çeşitli enstrümanları çalan bir çocuk ama hep okulun haricinde. Sonrasında biraz ileri – üniversite yıllarına sarıyorum; aklımda en canlı yer eden anlardan biri, ilk defa şeflik yaptığım an. Boğaziçi’nde kadınlar korosu kurmuştum, şeflik yapmayı denemek istiyordum; birlikte şarkı söylemeye ve a cappella müziğe büyük sevgim hep vardı. Koronun ilk provasında, ilk kez karşımda sesleri duyduğumda, bana doğru hiçbir aracı olmadan, sadece her bir kişinin ruhundan ve bedeninden çıktığı şekliyle ortak bir tınıyla ulaşması muazzam bir “işte bu” anıydı! Binanın tamamı bir ışık oldu, yükseldi gibi gelmişti. Bugün dahi gözümde, kalbimde aynı şekilde hissederim.
Danimarka’da yapmış olduğunuz yüksek lisans teziniz “sezgisel şeflik” kavramı üzerine… Hatta Chromas’ta hayata geçirdiğinizi ifade ediyorsunuz. “Şeflik deneyimlerimin bir araya geliş hikâyesi” dediğiniz sezgisel şeflik kavramı ve işlevinden bahseder misiniz?
Öncelikle Danimarka’da okurken dünyam değişti desem abartmış sayılmam! Burada kendimizi yargılamanın hep olağan olduğu, hata yapmaktan aşırı korkan bir kültür içinde yetişiyoruz. Orada okurken en çok da hata yapmanın gerekliliği, güzelliği ve aslında kutlanması gereken bir şey olması beni geliştirdi sanırım ve bunun dolayısıyla iç sesime, yaratıcılığıma, varoluşuma yavaş yavaş ulaşmaya ve güvenmeye başladım. Bu da aslında topluluğu ve müziği yönetirken sezgilerin önceliklenmesi gerektiği fikrine getirdi beni. Yıllar içerisinde araç kutusunda biriken ne varsa, anda kalarak müziğe direkt temas ettiğinizde kolaylıkla karşınıza çıkacaktır. Bu da bir şefin hem planlı hazır hem de anda olabilmesine bağlı.
“75’den fazla hareketi içeren bir işaret dili”
“Türkiye’nin koro geleneği tek seslilik üzerine. Geleneksel Türk Müziği mikrotonal olduğundan armonize etmesi çok mümkün değil. Çok sesli bir koro olmamız nedeniyle geleneksel korolardan ayrılıyoruz,” diyorsunuz. Mevzuya biraz daha yaklaşmak için biraz açabilir misiniz?
Çok sesli korolar, daha çok batı müziğinde duymaya alışkın olduğumuz ses partisin (alto, soprano, bas, tenor) farklı melodileri aynı anda söylüyor ve bunlar tek bir tını ortaya çıkarıyor. Bu nedenle tek sesli yani herkesin bir arada aynı melodiyi söylediği şarkılardan daha zengin, daha farklı bir ses paleti geliyor kulaklarınızda. Aslında duyduğunuz dünyaca ünlü pop, klasik müzik, rock şarkılarında geçerli olan bu durum, insan sesi ile yapıldığında çok büyülü, insanı sarmalayan ve etkileyici bir çıktıya dönüşüyor.
Vocal Painting uygulamanız ile tanınıyorsunuz, bu tekniğin özellikleri nedir? Ayrıca Bomonti güzergâhında yer alan Vokal Akademi’den de bahsedelim, orada neler oluyor, bu yılın programı nasıl?
Vocal Painting metodu, 75’den fazla hareketi içeren bir işaret dili. Bu sayede, o anda çok sayıda şarkıcıyla birlikte doğaçlama olarak müzik üretebiliyorsunuz. Bu aynı zamanda çok derinlikli bir pedagojik altyapıya sahip olduğu için, her yaşta, her müzikal yetkinlikte, genişlikte toplulukla kullanılabiliyor. Söz konusu işaretlere ve o anda ilerleyen müziğe dikkatinizi ve kendinizi vermeniz gerektiği için de gerçekten “anda” kalarak bir üretim yapıyorsunuz. 2020’de kurduğumuz Vokal Akademi stüdyomuzdan da biraz bahsedeyim. Şu anda fiziksel olarak geniş, keyifli bir stüdyomuz var Bomonti’de. Çeşitli alanlarda vokal atölyeler düzenliyoruz; tanınmış yetenekli şarkıcılar “masterclass”lar veriyorlar; bir yandan keyifli butik konserler ve kayıtlar yapıyoruz. Tüm korolarımızın provalarını da burada alıyoruz elbette; Chromas, Vokal Akademi Pop&Caz Korosu ve bu yıl kurduğumuz Vokal Akademi Müzikal korosu. Vokal Akademi, o az önce bahsettiğim güvenli üretim alanının adı aslında. Yani VA her yerde her biçimde olabilir, başka bir projenin ya da etkinliğin içine dahil olabilir, destek verebilir. Örneğin, VoiceUp A Cappella Festival Vokal Akademi’nin uluslararası arenadaki önemli bir faaliyeti. Müzisyenlerin birbirinden öğrendiği bir dünya yaratıyoruz bu festivalde. İki yılda bir gerçekleşiyor; bir sonraki 19 ve 24 Ağustos 2025’te şehrin farklı alanlarına yayılarak gerçekleşecek. Bir yandan yurt dışı ağırlıklı olmak üzere farklı festival, müzik okulu, koro olimpiyatı gibi etkinliklere jüri olarak davet alarak gidiyor, orada da bağlantılar kurmanın yanı sıra bu okyanus aşırı çalışmalar, yeni ilhamlar almamızı sağlıyor.
“Kadın-erkek oranı ile ilgili büyük boşluklar var”
Müzik felsefesi eğitimi almış biri olarak bugün Türkiye ve dünya müziğindeki eksi ve artı durumları nasıl gözlemliyorsunuz? Buralarda yaşadığınız, gördüğünüz, şaşırdığınız, değişime uğrayan – uğramayan veya kızdığınız rotalar var mı?
Pek çok şey konuşabiliriz ancak bizim ilk derdimiz sanırım kadın temsiliyetinin azlığıyla ilgili. Müzik sektöründe halen, çeşitli festivaller ve etkinliklerde kadın-erkek oranı ile ilgili büyük boşluklar var. Bunlara elimizden geldiğince dikkati çekiyoruz. Ben bir şef olduğum için kadınların bu alanda liderlik yaparken yaşadığı zorluklara yönelik çok algım açık, girdiğim platformlarda mutlaka buna odaklı konuşmaya, algıları açmaya gayret ediyorum. Sadece müzik sektöründe değil, hayatımızın genelinde insanlara baktığımızda bir cinsiyet görmek yerine, o insanın potansiyeline, becerisine odaklanmayı öğrenmemiz gerekiyor.
Şeflik hayatınız boyunca yaşadığınız en absürt veya en ilginç veyahut şaşırdığınız, yaşarken “bu da varmış” dediğiniz neler deneyimlediniz? Mesela, erkeklerin dünyasında -ki hangi mecra ya da kariyer yolculuğunda bir erkek figürle hemhal yok!- yaşadıklarınızı, tecrübe ettiklerinizi paylaşır mısınız? “Kadın şef” adaylarına da belki bir fener olur niyetine!
Bu konuda maalesef örnek verebileceğim o kadar çok deneyimim var ki, keşke olmasaydı diyor insan! Her gün karşıma çıkan, günlük bir konu bu benim için, ve elbette diğer kadın dostlarım için de. Mesela, senelerdir yaptığım işimi nasıl mikrofonlamak istediğimi bir ses teknisyenine anlatırken saatlerimi geçirmem gerekiyor, yetkinliğim her seferinde sorgulanıyor. “Sen bilmiyorsundur o işi” deniyor, ya da dünyaca ünlü müzisyenlerle sahnedeyken şeflik şeklime yorum yapılıyor “kıvıra kıvıra yönettin” diye, yaptığım işe, müziğime değil. Bir de şimdi yakın zamanda anne oldum, hamile ve sonrasında anne ve şef olmam da çok kafaları karıştırdı görüyorum, “nasıl yani yönetici doğurabiliyor muydu?” oldu!
Son yıllarda sizi etkileyen sanat olayları veya sanatsal başlıklardan dikkat çekenler nelerdir?
Oldum olası çok farklı genre’lar (türler) dinlemeyi çok seviyorum, tabii durmadan repeatte (tekrar) dinlediğim müzikler de kendimi bildim bileli hayatımda, çoğu çok sesli, bol armonili. Günümüzde herkesin müzik üretimine dijital şekillerde erişiminin kolaylığı iki yönlü diye düşünüyorum. Hem yaratıcılığı çok açan, cevherleri ortaya çıkaran bir tarafı var hem de bazen kolaya, ezbere kaçılan bir taraf. İkisinin de varlığı kıymetli tabi, dinleyici de özellikle araştıran, açık zihinli olmak için çabalayan kimseler olursa. Bunun haricinde tasarım ve çağdaş sanat hep çok ilgimi çekmiştir, yeni, estetik değeri yüksek, özenli ve yaratıcı şeyler ve ortamlar beni her zaman besliyor. Seyahatlerimde bolca görmeyi, deneyimlemeyi, yeni sergi ve enstalasyonları takip etmeye çalışıyorum, bir Tate, Barbican ziyareti beni hep çokça heyecanlandırıyor.
“Çok sesli vokal müziğe ne kadar yakın durursak…”
Bugünlerde size iyi gelen veya ilginize mazhar neler var; sergi, kitap, şarkı, albüm, fotoğraf veyahut bir an?
Evde, akademide ve çalışırken müzik her zaman kurtarıcım… O her zaman açık olur. Ayrıca bulduğum boş vakitlerde -şu ara biraz az olsa da- kitap okuyup farkındalığımı oralardan genişletmeyi çok seviyorum. Elbette şu an beni en sağaltan şey Nora ile geçirdiğim, anneliği doyasıya tattığım vakitler!
Zorlu PSM konseriniz öncesi, sizi dinlemeye gelecek olan müzikseverlere ne söylemek istersiniz? Nasıl bir konser bekliyor gelenleri? Ve gelecek projelerinizden de tüyolar alabiliriz?
Gerçek bir Chromas şov konseri yine izleyicimizi bekliyor. Dinamik, şaşırtıcı, sürprizli, biraz da meditatif; ve fakat mutlaka çok eğlenceli. Yine birlikte şarkılar söyleyeceğiz ve tabii Fuat Güner gibi bir efsane ile iki şarkı hazırlıyoruz. Bu konsere gelecek olan çok şanslı kalabalık o özel anlara tanıklık edecek, ben şimdiden çok heyecanlıyım… Chromas, değindiğim gibi Ankara CSO Ada’da Tarihi Salon’da çok büyülü bir repertuarla konser vermeye de hazırlanıyor. 23 Kasım’da Ankara’dayız. Vokal Akademi Pop & Caz koromuzla ise Aralık’ta DasDas’ta yeni yıla özel içerikli bir kutlama konseri vereceğiz. Akustik, samimi bir konser olacak. Yanı sıra, bizim dinleyicimizin sevdiği kilise konserlerimiz olacak yine; 15 Aralık’ta iki seanslık bir konser serisiyle Surp Levon Ermeni Kilisesi’nde konser vereceğiz Chromas ile. Hollanda’dan @Noon adlı harika bir ensemble koro ağırlıyoruz bu ay; Nazım Hikmet Kültür Merkezi, Şişli’de iki koromuz ve konuk koromuzla çok zengin bir konser vereceğiz: Tarihi 19 Ekim. Bahsetmeden geçmeyeyim, Chromas önümüzdeki yıl 10.uncu yılını kutluyor. Bunu kutlamak için 15 Mart’ta yine Zorlu PSM’de bol sürprizli, büyük bir konsere de bir yandan hazırlanıyoruz.
Son olarak söylemek istediğiniz, es geçmeyelim dediğiniz bir meramınız varsa, paylaşalım çoğalsın…
Çok sesli vokal müziğe ne kadar yakın durursak birbirimizin farklı seslerine de o kadar açık oluruz belki kim bilir…