İngiliz yazar Virginia Woolf, (İletişim Yayınları, Tomris Uyar çev.) “Mrs. Dalloway” adlı romanında, “Zamanın ne denli derin olduğunun farkına varmak, yalnızca bir saatin tik taklarını dinlemekle mümkündür” der… Gündemin derinliğinde kaybolanlarından olarak, sanırım daha çok vaktimiz var; görünen o ki zamanın ne denli derin olduğunun farkına varamayacağız… Ama bu derinlikte kaybolmaları en az hasarla atlatabileceğimiz durumun şifası da müzik…
Şifa mevzusunda “soul müziğin efsane ismi” Kyme Mazelle ile hemfikiriz! House müziğin öncülerinden biri kabul edilen ve müziğinde house, disco, soul ve pop’u birleştirerek 80’lerin sonundandan günümüze “House Müziğinin Kraliçesi” olarak anılan (1960 doğumlu, Kymberly Grigsby) Kym Mazelle, 28 Eylül Cumartesi, (BKM organizasyonu) “Beynelmilel Bir Buluşma” kapsamında İstanbul, Maximum Uniq Açıkhava’da müzikseverlerle buluşuyor. Selda Bağcan, DJ Artemis ve Kum’un da sahne alacağı buluşma öncesi sanatçıya ulaştık.
Kariyerinde bugüne kadar David Morales, Frankie Knuckles, Grace Jones, David Guetta, Mick Jagger ve Chaka Khan gibi dünyaca ünlü DJ / prodüktör ve sanatçılarla işbirliği yapan Mazelle; Londra West End yapımı “Thriller Live”, Ray Charles “I Can’t Stop Loving You” ve “Smokey Joe’s Café” gibi müzikal tiyatro prodüksiyonlarında da yer aldı. Gelin, daha fazlasını kendisinden dinleyelim…
“Müzik bir şifacıdır…”
· Sevdiğim şarkıcılardan Etta James: “Soul müziği acı, mutluluk, aşk ve kayıptan bahseder. Herkesin kendinden bir parça bulabileceği bir müziktir.” derken Aretha Franklin ise şu şekilde tanımlıyor: “Soul müziği sadece bir müzik türü değil, aynı zamanda bir yaşam tarzıdır. Kendi ruhunuza, kim olduğunuza ve neler yaşadığınıza dair bilgi verir.” House, soul, funk veya genel olarak “müzik” sizin için ne ifade ediyor?
Öncelikle Bayan Etta James ve Bayan Aretha Franklin’e katılıyorum. Her ikisi de o dönemin toplumsal sorunlarının çok yaygın bir şekilde yaşandığı bir zamanda ortaya çıktılar. Dürüst olmak gerekirse, çok da değişmedi, sadece stil, moda ve dikkat dağıtıcı şeyler, bu ve benzeri durumları örtbas etti diyebilirim. Nina Simone, bir sanatçının işinin kendi neslini temsil eden müziği / sanatı yapmak / icra etmek olduğunu söyler. Benim için müzik bir “şifacı”dır ve her zaman da öyle kalacak, çünkü inandığım müzik ruhumuzu yatıştırır.
· Amerika’da başlayan müzikal yolculuğunuz İngiltere ve Avrupa’da ve çeşitli ödüllerle de taçlanarak bugünlere geliyor. Ve 2017’de de müzikte 30. yılınızı kutladınız. Sizi takipte olanlar hayat hikâyenizi biliyor ama ilk defa tanışacaklar için müzikal yolculuğunuzu anlatır mısınız?
Hatırladığım kadarıyla çocukluğumdan beri etrafımda, her yerde müzik vardı; ve ben, hep müzik/leri duyuyor ve dinliyordum. Televizyon reklamlarından tema şarkılarına ve dünyaca ünlü Jackson Ailesi’ne; Michael, Tito, Marlon, Janet, LaToya ve ben, hepimiz Amerika’nın Orta Batı’sında yer alan Gary, Indiana’danız. Hepimiz The Jacksons’ın ilk gelişim sürecini dinleyerek büyüdük ve yerel düzeyde de onları destekledik. Radyoda yerel sanatçıları ve müzisyenleri dinleyerek, kulüplerde ve yakınlardaki kayıt stüdyolarında canlı çaldıkları müzikleri duyarak büyüdüm. Her türlü müziğe eşlik eder, şarkı söylerdim! Hikâyemi biraz daha ileri sararsam da; beni, küçük kızımla birlikte Chicago’nun kuzey yakasındaki bir koleje götürür. Yani genç bir kadın, anne ve aynı zamanda müzik peşinde olan bir öğrenciydim… Kolejde müzik ve opera eğitimi aldım (biliyorum, başka zamana ait hikâyeler ve belki bir gün başka bir buluşmada da onları da anlatırım). Bu bahsettiğim 80’lerin başıydı. Derslerden sonra ilan panosunda yer alan kulüpler, öğrenci değişim programları vb. gibi bilgilerin bulunduğu duyuruları takip ederdim. Ve bir zaman sonra kendimi, The Music Box Club’da buldum. İnsanlar DJ’e kasetler verir ve dans pisti adeta aydınlanırdı! Bu dönemde müzik gerçekten deneyseldi; henüz “house müzik” olarak adlandırılmıyordu. Ben de bazı parçaları (kasetçalar) walkman’imle kaydedip sonradan kendim için üzerine bir melodi oluştururdum. Daha sonra Columbia College Chicago’da staja başladım ve staj programı aracılığıyla (Chicago house’un kurucu babalarından biri olarak anılan) Marshall Jefferson ile tanıştım. Bu süreçte onunla bir dostluk kurduk ve sayesinde stüdyoya girdim. Ve “Taste My Love” şarkısında vokal yaptım. Süreçte Dhone, DeWayne Powell ve ben bir plak şirketi kurduk, şarkıları kayıt ettik ve gerisi artık tarihe geçti!
“Gökyüzü sınır ve sadece yap…”
· Bugünden geçmişe baktığınızda, müzik mesainizde sizi en çok etkileyen kişi kimdi ve olay neydi?
Kendimi geliştirdiğim ve farkında olduğum, fırsatlar yarattığım veya kendimi konumlandırdığım “o ilk günleri”mi söyleyebilirim. Fakat müzikle bir bağımın olduğunu çok küçük / erken yaşlarımda fark ettim. Bu fark edişte de bazı şeyleri yanlış anlamış olabilirim, ancak motivasyonum ve dürtüm o kadar güçlüydü ki; hâlâ da öyle… Bugüne kadar çevrem, bulunduğum ortamım, ailem, arkadaşlarım ve dinlediğim, vakit geçirdiğim tüm o sanatçılar bu yolculuğumda / sürecimde çok önemli bir rol oynadı.
· Bir röportajınızda diyorsunuz ki: “Ben her zaman sadece şarkıcı olmaktan daha geniş bir bakış açısına sahip oldum ve bu yüzden müzik alanında eğitim almak yerine, işletme yönetimi alanında eğitim almayı tercih ettim. Şarkı söyleyebileceğimi biliyordum. Öğrenmek istediğim şey, işin ticari tarafıydı: sözleşmeleri okumak, bir plak şirketi büyütmek, bir plak basmak.” Sorum şu: 1960-1970’lerden bugüne hem bir şarkıcı hem de bir plak şirketinde -yani erkeklerin dünyasında- söz sahibi olmak nasıldı? Müziğe emek veren genç müzisyenlere bu yaşadıklarınız hakkında neler söylemek istersiniz?
Bu biraz uzun bir açıklama gerektiriyor! Genç ve hırslı olduğunda sınırları göremezsin; sadece ilerle ve yoluna devam et! “Gökyüzü sınır” ve “sadece yap” gibi sözler harika, “uyum sağla” da öyle, “cehalet mutluluktur” denir, ta ki cehaletin bitene kadar ve sert darbelere çarpıp uyanana kadar!!! İşte bu, erkek egemen sistem olacaktır. Umarım korkusuz olduğun süre zarfında, biraz ilerleme kaydetmişsindir! Eee, peki, şimdi ne olacak? Geri çekilip gerçekliğinize bakın ve planınızı uygulayın! Bu sektörde kalmaya karar verdiğinde, sanat, eğlence ve yaratıcılık alanında birçok gelir kaynağı var; belki yayıncılık, pazarlama, yönetim, stilistlik, sosyal medya gibi… Ayrıca bırakma zamanı geldiğinde de bırakın, bırakmasını bilmeli; çünkü her şeyden önemlisi ruh sağlığını ve kalbini korumak olmalı…
“Gelmiş geçmiş en iyi üçlülerden biri!”
· Şarkılarınızı, bestelerinizi neye göre belirliyor veya seçiyorsunuz? Müzikte anlatmak ve paylaşmak istediğiniz; kısaca müzikte derdiniz nedir?
Hepimiz günlük hayatımızın stresinden kurtulmak için, özgür hissetmek adına uçmaya ihtiyaç duyarız; yani o anlar ve zamanlar vardır… Bu bir duygu, his… Bazen bu, bir teşvik edici bir şarkısı söylemek veya ortak bir anlayışta buluşmak olabilir. (1938 doğumlu, Amerikalı şarkıcı, söz yazarı) Bill Withers’ın (1977 çıkışlı “Menagerie” albümü) “Lovely Day” şarkısındaki bas hattını duyduğunuzda hemen hissettiğiniz şey budur işte.
· Bugüne kadar yapmak istediğiniz, fakat yapamadığınız veya daha gerçekleşmemiş hayaliniz / projeniz var mı?
Müzik hep hayatımın büyük bir kısmıydı ve birçok anıyı hatırladığımda, bazen bir rüya gibi görünüyor. (1946 doğumlu, ABD’li şarkıcı ve söz yazarı) Billy Preston ile çalışma fırsatını geri almak isterdim mesela. Bu, 80’lerin sonlarında Londra’da, house müziğinin öncüsü olduğum günlerdeydi. O zamanlar bana teklifi getiren kişiler (ajanslar, yapımcılar) ona kötü bir referans vermiş ve karşı çıkmam konusunda beni uyarmışlardı. O dönemde (1947 doğumlu, ABD’li besteci, davulcu, gitarist, vokalist ve yapımcı) Buddy Miles ile de tanışmıştım, hatta Chicago’da birlikte bir performans sergilemiştik. Daha sonra Londra’da tekrar karşılaştığımızda o an fark ettim ki; bizi, birlikte müzik yaparken hayal ettim… Hayal edebiliyor musunuz! Vay canına; gelmiş geçmiş en iyi üçlülerden biri! Bunlar, hâlâ gelecek için kalbimde sakladığım projeler ve hayaller…
“Işıltılarınızı giyin, parıltılarınızı takın”
· Müzikal manada 2024 yılı içinde, dünyada neler var sizi etkileyen?
Dünya çapında, her şehirde ve her ülkede yerel düzeyde çok sayıda çok iyi müzik/ler üretiliyor. Ayrıca, daha küçük, canlı müzik mekânlarının eksikliği nedeniyle, SoundCloud, Podcast, Tiny Desk, Instagram (TikTok kullanmıyorum) gibi platformlar, ana akımda üretilen müzikten daha çok tercih ettiğim pek çok harika sanatçıyı gösterdi, tanıştırdı. Hâlâ (ABD’li söz yazarı, rapçi, dansçı) Chris Brown, (Nijeryalı şarkıcı, söz yazarı) Tems ve (İngiliz neo soul şarkıcısı) Olivia Dean’i seviyorum.
· Bugün dünyadaki görünen fotoğrafa baktığınızda, yaşam haklarından yana bir umut görüyor musunuz, buna dair bir cümleniz olsaydı, bu ne olurdu?
Müzik bir şifacı, köprüler kurar; ayrıca dua da işler.
· Son yıllarda dikkatinizi çeken şarkı nedir, şarkıcı kimdir? Masanızda hazırlanan veya kafanızda üretim halinde olan müzikle ilgili gelecekte planlarınız veya hedefleriniz nelerdir?
Tems’in “Free Mind” şarkısını söyleyebilirim ve hâlâ (1966’da San Francisco, California’da kurulan ve 1983’e kadar aktif olan Amerikalı funk grubu) Sly & The Family Stone dinliyorum. Planlarım ve hedeflerime gelince; genç yaratıcıları sürece dahil etmek istiyorum. Onlara, günümüzde hayran oldukları sanatçıların üzerinde durduğu, endüstrinin çoğu zaman göz ardı ettiği, bilinmeyen kahramanlarını ve bu kahraman kadınlarını takdir etmeyi anlatmak / öğretmek isterim.
· 28 Eylül İstanbul konseri öncesi, müzikseverlere ne söylemek istersiniz? Mesela, nasıl bir sahne / konser bekliyor gelenleri?
Biraz geçmiş biraz bugünkü zamandan bir müzikal yolculuk; ama çokça iyi hissettiren müzik, pozitif enerji, biraz ışıltı, ki ışıltıyı çok seviyorum; beni mutlu ediyor, çoğumuzu mutlu ediyor diye düşünüyorum. Kısacası, ışıltılarınızı giyin, parıltılarınızı takın ve saçınızı serbest bırakın! Ve “Dance To The Music” şarkısını birlikte söyleyelim. Harika vakit geçirin ve şimdiden iyi eğlenceler…