“1999’dan beri farklı coğrafyalara, yeni ritimlere hep birlikte açılıyoruz.” diyen Babylon yeni sezonunu 10 Eylül’de, müzikal paleti vintage, soul, funk, r&r, hip-hop, garage rock ve psikedelia karışımı olan Amerikalı şarkıcı ve multi-enstrümanist Curtis Harding ile açtı… “Elimizden geldiği kadar ortaya karışık, yelpazesi geniş bir program yapmaya çalıştık. Öncelikle Ekim ayının çoğunu kapsayan Akbank Caz Festivali, bize bu anlamda zengin bir içerik yapma şansı veriyor, artistik özgürlük sınırlarını genişletiyor. Normal şartlarda ticari anlamda çekindiğimiz isimleri festival programında sununca bilet satış şansımız da artıyor. Bu artistik özgürlük her zaman mümkün değil. Bununla birlikte Babylon’un genel programında bu yılki en büyük şans aramıza katılan genç ekibin enerjisi ve taze fikirlerinin oldukça kafa açmış olması.” diyor Pozitif Sanatçı İlişkileri Müdürü Elif Cemal ve Babylon İşletme Direktörü Gül Güngör. Biz de 2024 yılının vedasına üç aydan az bir zamanın kaldığı hemhalimize Cemal ve Güngör ile bir röportaj ekledik.
Ama öncesi gelin, Ocak ayına kadar Babylon’da kimler sahnede endam edecek bir göz atalım. Ajandalar hazırsa yavaştan yaklaşın! 8 Ekim’de Ali Güçlü Şimşek, Barlas Tan Özemek ve Mehmet Alican İpek’ten oluşan Lalalar; 23 Ekim’de “nesiller arası punk buluşması” Cemiyette Pişiyorum ve öncesi “sanal alemin egg punk adını verdiği türü icra eden” Goblin Daycare; 24 Ekim’de synth-pop, new-wave, dark wave ve post-punk türlerindeki üretimleriyle yerli müzik sahnesinin önemli temsilcilerinden Jakuzi; 28 Ekim’de dördüncü albümü “Uydurduğumuz Oyunlarla”nın ilk konseriyle Nilipek; 30 Ekim’de “geçmişinden yola çıkan harmanı Hemhal EP’si”nin ilk konseri ile Selim Sümbültepe; 31 Ekim’de “Sun Ra Arkestra ile kozmik caz treni”; 1 Kasım’da, besteci, DJ, plak şirketi sahibi ve multi-enstrümantalist David August; 2 Kasım’da “Fransız dream pop harikası” olarak tariflenen Isaac Delusion; 6 Kasım’da İlhan Erşahin’s İstanbul Sessions; 8 Kasım’da Son Feci Bisiklet; 9 Kasım’da Hey! Douglas; 14 Kasım’da müzisyen ve prodüktör Övünç Dan’ın karanlık dehlizlere daldığı solo projesi “Kana Kana”; 22 Kasım’da Peru doğumlu, Berlin’de yerleşik ‘leftfield house’ prodüktörü ve DJ Sofia Kourtesis; 23 Kasım’da İstanbullu müzisyen ve prodüktör Tolga Böyük’ün hayal aleminin hikâyelerini besteleyen kurmaca bir karaktere büründüğü elektro-akustik üçlü / Islandman; 29 Kasım’da “Hamiyet Bir Peyk Müzikali Plak Lansman Konseri”; 5 Aralık’ta Yorkshire çıkışlı ve artık Güney Londra’da kök salmış olan Deadletter; 17 Aralık’ta ‘çöl blues’ ekolünün Nijerli yıldızı Mdou Moctar… (Es notu: Afiş fotoğrafı, Sun Ra Arkestra, 1950’lerin ortasında kurulan ve 1993’teki ölümüne kadar klavyeci / besteci Sun Ra tarafından yönetilen Amerikan caz grubu.)
“İklim krizi de kültür sanat dünyasını etkiliyor”
İzninizle sondan başlamak isterim. Son yıllarda Boston Üniv. Sosyoloji Prof. David Swartz’ın şu tarifini manidar buluyorum: “Kültür, insanlar arasındaki iletişimin ve etkileşimin zeminidir, ama aynı zamanda bir tahakküm kaynağıdır. Sanat, bilim, din, hatta dil de dahil olmak üzere bütün simgesel sistemler, gerçeklik anlayışımızı şekillendirerek insanlar arası iletişimin temelini oluşturmakla kalmaz, toplumsal hiyerarşilerin tesisine ve idamesine de katkıda bulunurlar.” Üstadın kelamının ışığında, bugün yaşadığımız dünyanın gidişatına baktığınızda sizin, hem kişisel hem de kültür sanat mesainizde “2024 yılı Z Raporu”ndan nasıl bir fotoğraf çıkıyor? Kültür sanat emekçileri ve aracıları olarak uzun ve kısa vadede öngörünüz ne olur?
Elif Cemal: 2024 yılına geldiğimizde, kültür–sanat dünyasında hem kişisel hem de kolektif bağlamda öne çıkan bazı önemli eğilimler var… Bunlardan en hızlı deneyimlediklerimiz elbette pandemiyle hayatımızı daha da kalıcı şekilde yöneten dijital platformların kültür-sanat üzerindeki etkisinin kalıcı hale gelmesi. Sanatçılar, festivaller ve diğer kültür aktörleri, dijital ortamlarda eserlerini sunmak ve geniş kitlelere ulaşmak için yeni yollar buldu. Bu, özellikle genç sanatçılar ve bağımsız kültür aktörleri için önemli fırsatlar yaratırken, geleneksel kurumların kendilerini yenileme ihtiyacını da artırdı. Günümüzde gittikçe artan sosyal farkındalık, yine kültür-sanat dünyasında daha fazla kapsayıcılık talebine yol açtı. Cinsiyet, ırk, kimlik ve sınıf temelli ayrımcılık konularına karşı sanatçılar, kolektifler ve festivaller daha aktif ve duyarlı hale gelirken; geleneksel sponsorluklar ve devlet desteklerinin azaldığı bir dönemde, bağımsız kültür üreticileri yeni fonlama modelleri arayışına girdi. Kitlesel fonlama ve bireysel destekçilerle sürdürülebilir projeler yaratma eğilimi artmaya devam edecek. Yavaş yavaş hayatımıza giren ve orta / uzun vadede iyice etkisini artıracak yapay zekâ teknolojileri elbette kültür-sanat alanlarının hepsinde de var olmaya başladı. Yapay zekâ ile yapılan sanat ve müzik kültürel üretimdeki “insan unsuru”nu yeniden tanımlıyor. Buna ek olarak iklim krizi de kültür sanat dünyasını etkiliyor. Sürdürülebilir üretim yöntemleri, çevreye duyarlı sanat pratikleri ve festivallerin doğayla uyumlu organizasyon modelleri geliştiriliyor özellikle batıda… Tüm bu unsurlar göz önünde bulundurulduğunda, bence “Z Raporu”nda sınavları tam veremediğimizdir TR’deki müzik piyasası olarak, bazı örnekleri hariç.
Kültür sanat evreninde canlı müzik dinlemenin kalelerinden biri olan Babylon, 1999’dan günümüze çok yol aldı ve biz takipçilerine de başka evrenlerin seslerini duymada hep öncülük etti. Aslında bir bakıma benim gibi pek çok müziksever fani, Babylon’un sayesinde çoğu yeni melodilerle / isimlerle / gruplarla tanıştı… Her ne kadar konuşlandığı klasik rotası -Asmalımescit- değişmiş ve -Uluğ Kardeşler- kurucularından tamamen azade başka bir kelamla sesleniyor olsa da; bugünden geriye dönüp baktığımda bu serüven, biz kendi halinde sade / sanatsever kitle için müthiş ve muazzam… Aslında daha ortalıkta “performans merkezi / mekanı” tanımı yokken, “gece hayatı” diye bu iki kelimenin titreşim yaptığı günlerden bugünlere; daha o tarihlerde bu ve benzeri pek çok tanımı kendine yakıştıran bir marka Babylon… Peki, işin sahne arkasında, tüm bu yoğun programları var etmeye çalışan sizler için Babylon ne anlam ifade ediyor?
Elif Cemal: Babylon, İstanbul canlı müzik ve/veya gece hayatından bir “boşluk” ve “gereklilikten” doğan bir projeyken, gerçek tutkuyla gerçekleştirilince bir aşk projesi haline geliyor. Detaylarına girmeyeceğim, zira bu sorunun cevabı sevgili kurucuları tarafından en güzel şekliyle birçok kez cevaplandı. Hem ulusal hem de global boyutta yaşanan sosyo-ekonomik / politik çalkantılar, terör olayları, doğal afetler ve covid-19 derken, yaralar alarak da olsa ayakta kalmaya çalışan bir kurum. İlk sorunun cevabında özetlediğimiz diğer eğilim ve orta/uzun vadedeki öngörülerle bu rekabet daha da artmaya devam edecek. Yıllar içinde senin de ilk sorduğun soruyla rekabetin artması…
Gelelim, 10 Eylül’de Curtis Harding ile merhabasını vererek aslında sezonda hangi/ne renkten meramını anlatacağının da sinyalini çakan Babylon’un bu sezondaki programına… Bu yıl programda kimlerle baş döndürüp, algı paklaması yapacaksınız? Programı hazırlarken önceki yıllardan farklı veyahut standardı değişik durumlar hasıl oldu mu?
Elif Cemal / Gül Güngör: Elimizden geldiği kadar ortaya karışık, yelpazesi geniş bir program yapmaya çalıştık. Öncelikle, Ekim ayının çoğunu kapsayan Akbank Caz Festivali, bize bu anlamda zengin bir içerik yapma şansı veriyor, artistik özgürlük sınırlarını genişletiyor. Normal şartlarda ticari anlamda çekindiğimiz isimleri festival programında sununca bilet satış şansımız da artıyor. Bu artistik özgürlük her zaman mümkün değil. Bununla birlikte Babylon’un genel programında bu yılki en büyük şans aramıza katılan genç ekibin enerjisi ve taze fikirlerinin oldukça kafa açmış olması. (Amerikalı şarkıcı ve söz yazarı) Curtis Harding ile programı açmak oldukça iddialıydı, zira arkasından geleceklerin de bir o kadar “iyi olması” gerekiyordu. Ya da (Prodüktör ve DJ Kenny Dixon Jr., nam-ı diğer) Moodymann gibi bir efsaneyi Babylon sahnesinde dinleyebilmek veya ülkemizde de tekrar popülerleşen “drum ‘n’ bass”ın çok iyi örneklerinden (Kuzey İrlandalı drum ‘n’ bass prodüktörü ve DJ’i) Calibre’yi programa almak büyük şanstı. Bir de taze anlardan kendi janr’alarında yükselmeye başlayan (Yorkshire çıkışlı ve artık Güney Londra’da kök salmış olan) Deadletter, (Fransız dream pop harikası olarak tariflenen) Isaac Delusion, (Afro Disco hitleriyle bilinen) Voilaaa Sound System gibi isimler, (İtalyan-Alman besteci, DJ, plak şirketi sahibi ve multi-enstrümantalist) David August ve (Perulu DJ, yapımcı) Sofia Kourtesis gibi elektronik müziğin artık oturmuş örneklerini ağırlıyoruz bu yıl. Yerlilerden yine Tamar Records ile ortak geliştirdiğimiz ve yeni isimlere yer verdiğimiz “mod geceleri”, 2025’te de yeni isimler ekleyeceğimiz yeni yerli serilerle devam edecek…
“Asıl mevzu, akıllardaki nihai ve hiç bitmeyen satar mı?”
Tüm bu programları ve içerikleri hazırlarken, öncesinde, masa başı mesainizde nasıl bir güzergâh izliyorsunuz?
Elif Cemal ve Gül Güngör: Aslında güzergâh üç aşağı beş yukarı hep aynı… Bir tek kaynaklar zenginleşiyor, değişiyor. Dijital platformlar ve sosyal medya işin hızını değiştirdi, her zaman her yeni trend’i kaçırma olasılığınız yüksek ama araştırma süreci hiç “lineer” bir çizgide ilerlemiyor. Benim için en keyifli kısmı, bizler yani müzikten beslenen, kazanç sağlayan emekçiler de tecrübe ettiklerinden ilham alan bir yazar veya bir gazeteci gibi sürekli not alıyor/uz. Mecrasından bağımsız duyduğunuz veya okuduğunuz her yeni şeyi not ederken onu hangi sahneye koyacağınızı hayal ederken buluyorsunuz kendinizi. Yine yurt dışında gittiğimiz (eski sıklıkta olamasa da) festival ve konferanslar, profesyonel bağlantılardan gelen yeni öneriler ve pek tabi bizi güncelleyen / güncel tutan bazı sosyal medya hesapları… Vakti geldiğinde, tüm ekip eteklerindekini masaya döküyor… Ve asıl ondan sonra başlıyor asıl mevzu, akıllardaki nihai ve hiç bitmeyen “satar mı?”…
“Müzik dünyasının”, “gece hayatının” ve Babylon gibi köklü mekânların bugünkü alanında yaşadığı öncelikli sorun ve sıkıntısı nedir/nelerdir?
Elif Cemal: Birçok etken var… Bazılarına ilk sorunda da değinmiş olduk kısaca ama… En büyük sıkıntı ekonomik derim, bırakın yabancı müzisyen getirmeyi, yerli isimleri en ufağından en popülerine sahneye çıkartmak ateş pahası… Çünkü derinleşen ekonomik krizle sadece sanatçı kaşeleri artmıyor, tüm birim maliyetleri artarken işimizi, özellikle Babylon gibi ufak mekânlarda sürdürebilir kılmak çok zorlaşıyor. Bununla birlikte her ne kadar rekabeti bu anlamda desteklesem de çok fazla yeni promoter var. Bu piyasayı canlı ve ayakta tutuyor orası kesin, ama diğer taraftan da piyasanın dengelerini bozduğu da oluyor. O müzisyeni almak için önerilen yüksek kaşeler ve bazen boş vaatler dinamikleri değiştiriyor ve onlar esas alınmaya başlayınca da bu sefer piyasanın terazisi şaşabiliyor…
“Gençler kökleşmiş geleneksel kurumlarda daha çok boy gösterse”
Müziğin aracılık mesainde yer almak isteyen gençlere öneri veyahut tavsiyeleriniz ne olur?
Elif Cemal: TR’deki müzik piyasası fazlasıyla emekçi kaybetti, ya yurtdışında imkân aramaya gittiler (bazıları da çok başarılı oldu) ya da maalesef pes edip farklı alanlarda kendini geliştirmeye ve iş aramaya… Veya kökleşmiş kurumlarda iş bulmayı denemek yerine kendi şirketlerini başlatanlar ne kadar zor imkânlarda çalıştıklarını bilmekle birlikte, hemen pes etmeyin demek istiyorum, piyasa şartlarının zor olduğunu, saatlerin berbat olduğunun farkındayız. Biz kesin daha şanslıydık ama keşke bu taze kafalı gençler kökleşmiş geleneksel kurumlarda daha çok boy gösterse… Belki daha köklü kurumlara girip gerçekten şu anda işe yaramayan modelleri kırmak, değiştirmek yenilerini geliştirmek, taze kan olmak…
Son olarak bugünlerde kültür sanat mesaisinde, sizi sabah yataktan uyandırıp hayat salan veyahut iyi gelen neler var; bizler de nasiplenelim isterim?
Elif Cemal: Beni hayatın akışına sabahları hazırlayan şey, kültürel hayattan çok sessizlik veya kuş sesleri ve doğanın içinde becerebilirsem kahvemi içip, iki köpeğimle yapacağım yürüyüşler! Öncelikle bunu belirteyim. O yürüyüşte dinlediğim müzik, sevdiğim bir müzik sohbeti podcast’i veya sesli kitap da o heyecanın cabası. Keyifle takip ettiğim bir Norah Jones podcast’i var, mükemmel: “Norah Jones Playing Along”… Seçtiği bir müzisyenle iki saat boyunca sohbet ediyor ve birbirlerinin bestelerini çalıp söylüyorlar. Rick Rubin’in sunduğu “Broken Record Podcast”i de aynı şekilde heyecan verici. Şahsi olarak en çok merak duyduğum ve merakımın her gün arttığı siyahi kültür. Afro-Amerikan ayağında iyice derinleşirken (edebiyat, müzik ve sinema en çok) şimdi İngiltere’deki çeşitlilik, oradaki Karayipler’in caz, hip-hop ve elektronik müzikteki etkisi örnekleri mükemmel. Buna en güzel örnek olarak da bir külliyat tadındaki şimdi ara ara sayfalarını karıştırdığım bir toplama kitap; Andre Marmot’un derlediği “Unapologetic Expression: The Inside Story of the UK Jazz Explosion”. Bir de sevgili Questlove’ın son kitabı “’Hip-Hop Is History”… Dev tavsiye ederim. Uzun süredir kovaladığım takibinde olduğum Worldwide FM’in kurucusu, Babylon sahnesinde de birçok kez farklı şekillerde ağırladığımız müzik insanı Gilles Peterson ve ekibinin festivali “We Outta Here” uzun zamandır en çok zevk aldığım konaklamalı festivallerden birisiydi…
Son olarak, bunu da es geçmeyelim dediğiniz bir meramınız varsa yazalım, paylaşılsın, çoğalsın?
O kadar çok şey var ki; ama nerden başlasak diyerek bitiriyorum…